‘Dini ve Siyasi Bir Ramazan Geleneği: Mahya’ isimli konferansta konuşan Prof. Dr. İsmail Kara, “Mahyalar zamanla kültürel bir miras haline gelmiştir. İslam dünyasından ve Avrupa’dan İstanbul’a gelenlerin hatıratlarında anlattıkları yegâne şeylerden birisi mahyalardır. Mahyalar hem aydınlatma hem de büyük bir estetik mahiyete sahiplerdir” dedi.

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Mayıs Kültür Sanat Etkinlikleri Prof. Dr. İsmail Kara’nın konuşmacı olarak katıldığı ‘Dini ve Siyasi Bir Ramazan Geleneği: Mahya’ isimli konferansla devam etti. AKM’de düzenlenen konferansta Adapazarı Kaymakamı Yusuf Ziya Çelikkaya, Serdivan Kaymakamı Muhsin Çatmadım, Kültür ve Sanat Şube Müdürü Adem Turan ile dinleyiciler yer aldı. Tarihsel süreç içerisinde, karikatürlerle, gravürlerle ve fotoğraflarla mahya geleneğini anlatan Kara, program sonunda katılımcılardan gelen soruları cevapladı.

Minareler aydınlatma yerleridir
Mahya’nın Türkiye’de dini kültürün, din-siyaset ilişkilerinin bir parçası olduğunu söyleyen Prof. Dr. İsmail Kara, “Mahya benim çok önemsediğim bir mesele. Çünkü mahya, İstanbul’a mahsus dini bir gelenek. Belki Hz. Peygamberin mescidine kadar götürebileceğimiz bir şekilde İslam Kültürü’nde camiler ve camilerin etrafı aynı zamanda ışıklandırılmış bir geleneğe sahiptir. Minare kelimesi aydınlatma yeri demektir. Bizler minare denildiği zaman Osmanlılardan bize miras kalan bir unsuru anlıyoruz. Elbette geriye doğru gittiğimiz zaman minareler öyle değil. Ezanın okunduğu yüksek bir yer ve burası aynı zamanda aydınlatmanın yapıldığı bir yer” diye konuştu.

Aydınlatma ve estetik kaynağı
Kara, sözlerini şöyle sürdürdü, “Mahya muhtemelen aydınlık kültürü dini düşüncesinin İstanbul dini hayatına yansımış bir örneğidir. Mahya, benim de çocukluğumda zannettiğim gibi İslam dünyasının, Türkiye’nin değil, esas olarak İstanbul’a mahsus bir gelenektir. Daha sonra kültürel bir miras haline gelmiştir. İslam dünyasından ve Avrupa’dan İstanbul’a Ramazan’da gelenlerin hatıratlarında anlattıkları yegâne şeylerden birisi mahyalardır. Hem aydınlatma, hem büyük bir estetik mahiyete sahiplerdir.”

En eski mahya gravürü 1530’lu yıllarda
Ansiklopedilere bakıldığında ilk mahyanın 3. Ahmet döneminde kurulduğunu gördüklerini belirten Kara, “Fakat elimizdeki en eski mahya gravürü 1530’lu yıllara aittir. Bunun daha eski tarihlere çekilebileceği ise rahatlıkla söylenebilir. Bugün mahya denince iki minare arasındaki yazıyı anlıyoruz. Fakat bu eksik bir tanımdır. Minarelerin ve kubbelerin kandillerle ya da günümüz için söylersek elektrikle aydınlatılması da mahya tanımına girer. Buna kaftanlama deniliyor. Osmanlı siyasal ve sosyal şartları değişince şekillerle oluşturulan mahyalar yazılı hale gelmeye başlamıştır. Her çift minareye mahya kurulamaz. Yüksekliğinin, minare ve şerefe aralıklarının buna uygun olması gerekir. Mahyalar zamanla siyasileşmeye başlamıştır” ifadelerini kullandı.